ONLAR ARAMIZDALAR
Bugün sizlere yakın bir zaman önce okuduğum ve etkisinden uzun bir zaman kurtulamayacağım, duygusal anlamda beni gözyaşlarına boğan, her satırı okurken boğazım düğüm düğüm olan çok özel bir kitap ile geldim.
Kitabımızın Adı; Onlar Aramızdalar!
Yazarımız; Süleyman Hilmi YILDIRIM
Öncelikle tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum, ailelerine ve tüm sevdiklerine baş sağlığı diliyorum.
Kitabımızın konusuna gelecek olursak bu bir roman değil!
İçerisinde şehit ailelerimizin bizzat kendi ağızlarından şehitlerimiz ile ilgili yaşanmış, gerçek anlatımları var.
Büyüklerimden hep dinlerdim şehitlerimiz ile ilgili hikâyeler özellikle rahmetli babaannem çok anlatırdı; “Şehitler ölmez! Sakın ha onlara bu kelimeyi kullanmayasın onlar gezerler bizim aramızdalar” derdi.
Çocuk aklı işte karanlıkta yalnız kalınca etrafıma bakına bakına giderdim acaba görsem ne yaparım diye.
Şimdi bu kitabı okurken, burada bizzat şehit ailelerinin anılarını okurken anladım ki “ONLAR ARAMIZDALAR!” ailelerinden kopamıyorlar.
Sanki hayatta gibi en masum, en temiz yüreklere el uzatıyorlar.
İnanın yazarken bile tüylerim ürperdi.
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı!” cümlesinin anlamı ile doldu taştı yüreğim.
Bizler hayattayız, hatta hayat mücadelesi ile her gün yeni bir koşturmaca içindeyiz.
Çocuklar dünyaya getirip, onları büyütüp hayata atılmaları için ellerinden tutuyoruz, elimizden geldiğince yol göstermeye çalışıyoruz.
Onlar bizim canımız, kanımız, en değerli varlığımız biz anneyiz, biz babayız…
Evladımızın tırnağına taş deyse bizim yüreğimiz yanar hiçbir zaman evladımızı toprak altına koymayı hayal bile edemeyiz…
…ama gel gör ki bazı evlatlar, onlar o toprağın altına annelerinin, babalarının tüm sevdiklerinin gözleri önünde girerler, musalla taşında al bayrakla gördüğümüz o gencecik fidanların anneleri kahrolur, acının en büyüğünü yaşarlar. Yürekleri en derininden yanar, kavrulur…
Her bir dökülen gözyaşı ile tüm dünya sel olur da acıyı çekenden başkası hiçbir zaman anlamaz!
“Gurur duy ey ana, evladın şehit oldu, ne güzel bir duygu!" der, dururlar ama ana yüreği dayanmaz ağlar da ağlar.
Bilmez ki şehidi onu görür…
Kitabımızda bulunan ve hepsi yürekleri yakan anlatımların sadece bir tanesini sizlere aktarıyorum.
Tıpkı yazarımızın kitapta kaleme aldığı gibi…
HANİ AMCAM ÖLMÜŞTÜ?
1990 şehitlerinden bir Şehit’imizin annesinin anlattığı bir hatırası…
“Dört çocuğumdan biriydi. O en küçükleriydi. 1990 yılında şehit oldu kuzum… İki oğlumun çocuklarını gördü. Bir büyüğünün çocuğunu görmemişti. Diğer torunlarım amcalarını biliyordu, görmüşlerdi. Onun bir büyüğü onun şahadetinden sonra evlenmişti. Aradan yıllar geçmesine rağmen ilk günkü gibi hala içimizde duruyordu onun acısı.
1998 yılında, güzel bir yaz gününde, çocuklarım ve eşim ‘Bizim buralarda güzel yerler var. Kahvaltı yapalım orada. Akşama kadar kalalım, akşam yemeğimizi de orada yeriz.’ Diye hazırlık yapmamızı söylemişlerdi. Ben de gelinlerim ile hazırlıklara başladım. Cumartesi günüydü. Boş bir yer bulduk, gittik kurulduk oraya. Oturup piknik yapacağımız yerin benim için çok anlamı vardı. Ben birden ağlamaya başlayınca eşim bana ‘Hanım torunların var, burada ağlamayı bırak. Şimdi kötü etme.’ dedi.
Nasıl ağlamayayım ki? Her yerde şehit olan oğlumun hatırası var.
Orada oturduğumuz yerin hemen köşesinde bir ağaç vardı. Kuzum ağaçtan düşmüştü. Kolu kırılmıştı. Aslında eşimde farkına vardı durumun. Büyük oğlana ‘Keşke başka yerde otursaydık.’ dedi. O da ‘Baba kalkalım başka yere geçelim’ dedi. Ben ‘Yok kalalım burada tamam.’ dedim. ‘Geçti, geçti.’ Dedim gözlerimi silerek.
Torunlarım bir köşede oynuyorlardı. Gelinlerimin arasına oturmuş ben de hem maziyi düşünüyor hem de oynayan torunları seyrediyordum. Her nereye baksam şehit olan oğlumu hayal ediyordum. Onun bir gülüşü vardı ki çok güzeldi. Olmuyordu. Nereye baksam aklıma o geliyordu. Her yerde hatıraları vardı onun.
Biraz vakit geçtikten sonra oynayan torunlarımın arasında şehit olan oğlumun bir büyüğü olan oğlumun çocuğunu göremedim. Gelinime dedim ki ‘Senin oğlan nerede?’ O da sonradan farkına vardı orada olmadığını. Hemen terliklerini giydi, sağa sola bakmaya çıktı. Arka tarafta, elli altmış metre gerimizde bulmuş, getirdi. Annesi oğluna ‘Bir daha buradan ayrılmıyorsun!’ dedi. Babası da azarlamıştı çocuğu.
Kısa bir süre sonra bu çocuk yine kayboldu. Bu sefer, dedesi fark etmişti, annesi bir hışımla kalktı. Bana ‘ Anne bu sefer kulağını çekeceğim onun, karışma lütfen.’ dedi. O çocuk şehit olan oğlumun adını taşıyordu… Onun adını vermiştik ona. Kıyamıyordum…
‘Sen otur ben bakarım.’ Dedim. Ben çıktım bakmaya. Bu sefer bayağı bir uzaklaşmış. Bir gariplik vardı bu işte. Bu çocuk amcasının çocuklarıyla neden oynamıyor? Neden iki defadır. Başka yerlere gidiyor? Böyle bir şey yapan bir çocuk değildi bu çocuk. Kapısının önünden bir metre ayrılmayan çocuk… Daha önce hiç gelmediği bir yerde neden bizden uzaklaşıyordu?
Biraz gidince torunumu yirmi ya da otuz metre kala gördüm. Gördüm ama dediğim gibi bir gariplik vardı.
Çocuk kendi kendine koşuyor, sanki onu birisi kovalıyormuş gibicesine kaçıyor, kahkahalar atıyordu. Ağacın arkasına saklanıyor, bir hamleyle başka ağacın arkasına kaçıyordu. Bu çocuk kimle oynuyordu Allah aşkına?
Bir ağacın arkasından bakakaldım sadece. Sağa sola bakıyorum kimseler de yok. Sonra torunuma seslendim.
Torunum öyle bir cevap verdi ki ne kelimelerle anlatılabilir ne de başka cümlelerle…
Torunum orda o an bana dedi ki: ‘Bana mı seslendin amcama mı?’ Dedim ki ‘ Sana seslendim yavrum, amcan burada yok sen varsın sadece.’
Bana ‘Babaanne ben deminden beri amcamla oynuyordum. Ben kaçıyordum o kovalıyordu. O kaçıyordu ben kovalıyordum. Hani amcam ölmüştü?’ deyince gözlerimi tutamadım. Anladım ki şehit olan kınalı kuzum buralarda dolaşıyordu ve bu temiz, günahsız yavrucağa görünmüştü. Torunumun ellerinden tuttum, oturduğumuz alana getirdim.
Annesi hemen kalktı ‘Neredesin sen?’ diyerek elini kaldırdı. Gelinime ‘Bu çocuğa asla kimse bağırmayacak, kızmayacak.’ dedim. Babası ‘Oğlum ne işin var oralarda? Burada ağabeylerin var oynasana işte onlarla burada.’ dedi. Torunumu oturttum ve ‘Anlat yavrum dedene, yengenlere, amcalarına.’ dedim. Torunum ‘ Baba ben amcamla oynuyordum.’ Deyince eşim uzandığı yerden, diğer çocuklarım uzattıkları ayaklarını toparladılar hemen. Ortalık birden buz kesmişti.
Babası ‘Oğlum ne amcası? Ne oynaması?’ deyince, torunum ‘Baba az ileri gitmiştim. Baktım bir asker amca beni çağırdı. Şu ağaçların oradaydı. Ben de gittim. Senin adında benim adımdan. Hadi biraz oynayalım mı? dedi.
Ben de oynadım. Beni oradan ilk getirdiğinizde ben burada otururken gel işareti yapıyordu. Şuradaki ağacın arkasından… Oraya bir daha gittim. Sonra bana ben senin amcanım biliyor musun? Dedi. Bende amcam ölmüş deyince babana söyle sürekli benim öldüğümü söylüyor. Ben ölmedim, bunu babana söyle. Bir de babaannene söyle çok ağlıyor. Ağlamasın. Benim yattığım yerdeki çeşmeyi yaptırsınlar. O çeşme bir senedir akmıyor. Su içemiyorum’ dedi.
Şehit olan oğlumun kabri memleketteydi. Bu torunum oradaki çeşmenin bozuk olduğunu ne bilsin…
‘Bunları söyle onlara, diyerek beni bacağımdan ısırdı’ dedi. Annesi hemen çocuğun bacağını sıyırdı. Aman ya Rabbi, çocuğun bacağında ısırma izi vardı bu çocuğu gerçekten birisi ısırmış…
Beni kim tutabilirdi? İçimde biriken feryadımı, sessiz gözyaşlarımı bulunduğum yere değil sadece, dünyaya haykırır gibi haykırdım…
‘Kurban olduğum, kınalı kuzum, güzel yavrum, sen buralarda mısın? Hey aslanım, yiğidim…’ diye elimi can evime vurdum durdum.
Oradaki piknik yapan herkes başımıza toplandı. Bir tane kadın o halimi görünce fenalık geçirmiş. Hemen eşim kaldırdı bizi oradan. Her şeyi oraya bırakıp eve gittik.
Yavrumun çeşmesi akmıyormuş, ilk onu yaptırdık. Sonra oğlumun yattığı köye yerleştim. Artık hep onunlayım…”
Süleyman Hilmi Yıldırım, İkinci Adam Yayınları, “Onlar Aramızdalar” kitabından alıntıdır.
Bu alıntı; Yazar Süleyman Hilmi Yıldırım’ın izni ile yayınlanmıştır.
Ben bu kitaptan çok şey öğrendim, en başta da malın mülkün hepsinin hayal olduğunu…
Şehitlerimizi rahmetle anıyorum, onlara saygım sonsuz…
Ey insan evladı “duy seslerini” sen son model araba peşinde koşarken, bir yerlerde bir ananın evladı senin için canından vazgeçti…
Süleyman Hilmi Yıldırım, "Şehitlerimizin bekçisi!"
Yüreğine sağlık ömrüm boyu unutamayacağım bir eser okuttun bana…
Esra Akgün
Bugün sizlere yakın bir zaman önce okuduğum ve etkisinden uzun bir zaman kurtulamayacağım, duygusal anlamda beni gözyaşlarına boğan, her satırı okurken boğazım düğüm düğüm olan çok özel bir kitap ile geldim.
Kitabımızın Adı; Onlar Aramızdalar!
Yazarımız; Süleyman Hilmi YILDIRIM
Öncelikle tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum, ailelerine ve tüm sevdiklerine baş sağlığı diliyorum.
Kitabımızın konusuna gelecek olursak bu bir roman değil!
İçerisinde şehit ailelerimizin bizzat kendi ağızlarından şehitlerimiz ile ilgili yaşanmış, gerçek anlatımları var.
Büyüklerimden hep dinlerdim şehitlerimiz ile ilgili hikâyeler özellikle rahmetli babaannem çok anlatırdı; “Şehitler ölmez! Sakın ha onlara bu kelimeyi kullanmayasın onlar gezerler bizim aramızdalar” derdi.
Çocuk aklı işte karanlıkta yalnız kalınca etrafıma bakına bakına giderdim acaba görsem ne yaparım diye.
Şimdi bu kitabı okurken, burada bizzat şehit ailelerinin anılarını okurken anladım ki “ONLAR ARAMIZDALAR!” ailelerinden kopamıyorlar.
Sanki hayatta gibi en masum, en temiz yüreklere el uzatıyorlar.
İnanın yazarken bile tüylerim ürperdi.
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı!” cümlesinin anlamı ile doldu taştı yüreğim.
Bizler hayattayız, hatta hayat mücadelesi ile her gün yeni bir koşturmaca içindeyiz.
Çocuklar dünyaya getirip, onları büyütüp hayata atılmaları için ellerinden tutuyoruz, elimizden geldiğince yol göstermeye çalışıyoruz.
Onlar bizim canımız, kanımız, en değerli varlığımız biz anneyiz, biz babayız…
Evladımızın tırnağına taş deyse bizim yüreğimiz yanar hiçbir zaman evladımızı toprak altına koymayı hayal bile edemeyiz…
…ama gel gör ki bazı evlatlar, onlar o toprağın altına annelerinin, babalarının tüm sevdiklerinin gözleri önünde girerler, musalla taşında al bayrakla gördüğümüz o gencecik fidanların anneleri kahrolur, acının en büyüğünü yaşarlar. Yürekleri en derininden yanar, kavrulur…
Her bir dökülen gözyaşı ile tüm dünya sel olur da acıyı çekenden başkası hiçbir zaman anlamaz!
“Gurur duy ey ana, evladın şehit oldu, ne güzel bir duygu!" der, dururlar ama ana yüreği dayanmaz ağlar da ağlar.
Bilmez ki şehidi onu görür…
Kitabımızda bulunan ve hepsi yürekleri yakan anlatımların sadece bir tanesini sizlere aktarıyorum.
Tıpkı yazarımızın kitapta kaleme aldığı gibi…
HANİ AMCAM ÖLMÜŞTÜ?
1990 şehitlerinden bir Şehit’imizin annesinin anlattığı bir hatırası…
“Dört çocuğumdan biriydi. O en küçükleriydi. 1990 yılında şehit oldu kuzum… İki oğlumun çocuklarını gördü. Bir büyüğünün çocuğunu görmemişti. Diğer torunlarım amcalarını biliyordu, görmüşlerdi. Onun bir büyüğü onun şahadetinden sonra evlenmişti. Aradan yıllar geçmesine rağmen ilk günkü gibi hala içimizde duruyordu onun acısı.
1998 yılında, güzel bir yaz gününde, çocuklarım ve eşim ‘Bizim buralarda güzel yerler var. Kahvaltı yapalım orada. Akşama kadar kalalım, akşam yemeğimizi de orada yeriz.’ Diye hazırlık yapmamızı söylemişlerdi. Ben de gelinlerim ile hazırlıklara başladım. Cumartesi günüydü. Boş bir yer bulduk, gittik kurulduk oraya. Oturup piknik yapacağımız yerin benim için çok anlamı vardı. Ben birden ağlamaya başlayınca eşim bana ‘Hanım torunların var, burada ağlamayı bırak. Şimdi kötü etme.’ dedi.
Nasıl ağlamayayım ki? Her yerde şehit olan oğlumun hatırası var.
Orada oturduğumuz yerin hemen köşesinde bir ağaç vardı. Kuzum ağaçtan düşmüştü. Kolu kırılmıştı. Aslında eşimde farkına vardı durumun. Büyük oğlana ‘Keşke başka yerde otursaydık.’ dedi. O da ‘Baba kalkalım başka yere geçelim’ dedi. Ben ‘Yok kalalım burada tamam.’ dedim. ‘Geçti, geçti.’ Dedim gözlerimi silerek.
Torunlarım bir köşede oynuyorlardı. Gelinlerimin arasına oturmuş ben de hem maziyi düşünüyor hem de oynayan torunları seyrediyordum. Her nereye baksam şehit olan oğlumu hayal ediyordum. Onun bir gülüşü vardı ki çok güzeldi. Olmuyordu. Nereye baksam aklıma o geliyordu. Her yerde hatıraları vardı onun.
Biraz vakit geçtikten sonra oynayan torunlarımın arasında şehit olan oğlumun bir büyüğü olan oğlumun çocuğunu göremedim. Gelinime dedim ki ‘Senin oğlan nerede?’ O da sonradan farkına vardı orada olmadığını. Hemen terliklerini giydi, sağa sola bakmaya çıktı. Arka tarafta, elli altmış metre gerimizde bulmuş, getirdi. Annesi oğluna ‘Bir daha buradan ayrılmıyorsun!’ dedi. Babası da azarlamıştı çocuğu.
Kısa bir süre sonra bu çocuk yine kayboldu. Bu sefer, dedesi fark etmişti, annesi bir hışımla kalktı. Bana ‘ Anne bu sefer kulağını çekeceğim onun, karışma lütfen.’ dedi. O çocuk şehit olan oğlumun adını taşıyordu… Onun adını vermiştik ona. Kıyamıyordum…
‘Sen otur ben bakarım.’ Dedim. Ben çıktım bakmaya. Bu sefer bayağı bir uzaklaşmış. Bir gariplik vardı bu işte. Bu çocuk amcasının çocuklarıyla neden oynamıyor? Neden iki defadır. Başka yerlere gidiyor? Böyle bir şey yapan bir çocuk değildi bu çocuk. Kapısının önünden bir metre ayrılmayan çocuk… Daha önce hiç gelmediği bir yerde neden bizden uzaklaşıyordu?
Biraz gidince torunumu yirmi ya da otuz metre kala gördüm. Gördüm ama dediğim gibi bir gariplik vardı.
Çocuk kendi kendine koşuyor, sanki onu birisi kovalıyormuş gibicesine kaçıyor, kahkahalar atıyordu. Ağacın arkasına saklanıyor, bir hamleyle başka ağacın arkasına kaçıyordu. Bu çocuk kimle oynuyordu Allah aşkına?
Bir ağacın arkasından bakakaldım sadece. Sağa sola bakıyorum kimseler de yok. Sonra torunuma seslendim.
Torunum öyle bir cevap verdi ki ne kelimelerle anlatılabilir ne de başka cümlelerle…
Torunum orda o an bana dedi ki: ‘Bana mı seslendin amcama mı?’ Dedim ki ‘ Sana seslendim yavrum, amcan burada yok sen varsın sadece.’
Bana ‘Babaanne ben deminden beri amcamla oynuyordum. Ben kaçıyordum o kovalıyordu. O kaçıyordu ben kovalıyordum. Hani amcam ölmüştü?’ deyince gözlerimi tutamadım. Anladım ki şehit olan kınalı kuzum buralarda dolaşıyordu ve bu temiz, günahsız yavrucağa görünmüştü. Torunumun ellerinden tuttum, oturduğumuz alana getirdim.
Annesi hemen kalktı ‘Neredesin sen?’ diyerek elini kaldırdı. Gelinime ‘Bu çocuğa asla kimse bağırmayacak, kızmayacak.’ dedim. Babası ‘Oğlum ne işin var oralarda? Burada ağabeylerin var oynasana işte onlarla burada.’ dedi. Torunumu oturttum ve ‘Anlat yavrum dedene, yengenlere, amcalarına.’ dedim. Torunum ‘ Baba ben amcamla oynuyordum.’ Deyince eşim uzandığı yerden, diğer çocuklarım uzattıkları ayaklarını toparladılar hemen. Ortalık birden buz kesmişti.
Babası ‘Oğlum ne amcası? Ne oynaması?’ deyince, torunum ‘Baba az ileri gitmiştim. Baktım bir asker amca beni çağırdı. Şu ağaçların oradaydı. Ben de gittim. Senin adında benim adımdan. Hadi biraz oynayalım mı? dedi.
Ben de oynadım. Beni oradan ilk getirdiğinizde ben burada otururken gel işareti yapıyordu. Şuradaki ağacın arkasından… Oraya bir daha gittim. Sonra bana ben senin amcanım biliyor musun? Dedi. Bende amcam ölmüş deyince babana söyle sürekli benim öldüğümü söylüyor. Ben ölmedim, bunu babana söyle. Bir de babaannene söyle çok ağlıyor. Ağlamasın. Benim yattığım yerdeki çeşmeyi yaptırsınlar. O çeşme bir senedir akmıyor. Su içemiyorum’ dedi.
Şehit olan oğlumun kabri memleketteydi. Bu torunum oradaki çeşmenin bozuk olduğunu ne bilsin…
‘Bunları söyle onlara, diyerek beni bacağımdan ısırdı’ dedi. Annesi hemen çocuğun bacağını sıyırdı. Aman ya Rabbi, çocuğun bacağında ısırma izi vardı bu çocuğu gerçekten birisi ısırmış…
Beni kim tutabilirdi? İçimde biriken feryadımı, sessiz gözyaşlarımı bulunduğum yere değil sadece, dünyaya haykırır gibi haykırdım…
‘Kurban olduğum, kınalı kuzum, güzel yavrum, sen buralarda mısın? Hey aslanım, yiğidim…’ diye elimi can evime vurdum durdum.
Oradaki piknik yapan herkes başımıza toplandı. Bir tane kadın o halimi görünce fenalık geçirmiş. Hemen eşim kaldırdı bizi oradan. Her şeyi oraya bırakıp eve gittik.
Yavrumun çeşmesi akmıyormuş, ilk onu yaptırdık. Sonra oğlumun yattığı köye yerleştim. Artık hep onunlayım…”
Süleyman Hilmi Yıldırım, İkinci Adam Yayınları, “Onlar Aramızdalar” kitabından alıntıdır.
Bu alıntı; Yazar Süleyman Hilmi Yıldırım’ın izni ile yayınlanmıştır.
Ben bu kitaptan çok şey öğrendim, en başta da malın mülkün hepsinin hayal olduğunu…
Şehitlerimizi rahmetle anıyorum, onlara saygım sonsuz…
Ey insan evladı “duy seslerini” sen son model araba peşinde koşarken, bir yerlerde bir ananın evladı senin için canından vazgeçti…
Süleyman Hilmi Yıldırım, "Şehitlerimizin bekçisi!"
Yüreğine sağlık ömrüm boyu unutamayacağım bir eser okuttun bana…
Esra Akgün