Hayatımızdaki bütün bilinmezleri, bütün güzellikleri, bütün acıları ve bütün gizemleri çatısı altına toplayan en büyük gerçeğimizdir.
Hepimiz bir şekilde doğarken neden ağladığımız sorusunu kendimize sormuşuzdur değil mi? Çeşitli cevaplar vermiş ya da birilerinden bu konuda cevaplar duymuşuzdur. Aslında bu sorunun cevabını bir şekilde biliyoruz. Ya da öyle olduğunu sanıyoruz. Hiç düşündünüzmü? Çığlık çığlığa ağlayan bir bebek anne memesine sarıldığında neden susar. Daha yeni doğmuştur açlığı bilmez acıyı bilmez aslını ararsanız hiçbir şey bilmez. Ama ALLAH daha anarahminde o ceninin yüreğine öyle büyük bir aşk yerleştirmiştirki doğum esnasındaki o küçücük zaman diliminde dahi aşk tan uzak kalışıyla avazı çıktığınca ağlar. Bu ağlayış aslında bir isyandır. Ölüm gelene kadar aşk tan her uzak kalışında yeniden canlanır. Taki dudakları ana memesine dokunduğu ana kadar. Ta ki aşk a kavuşana kadar.
Hepimiz anamemesi aşkıyla hayata göz açmışız ve ikinci bir aşk dizginleri eline alana kadarda o aşk la kalmışız.
Çok sürmez ana memesi aşkı. Hayatı anlamaya başladığımız da yerini anne aşkına bırakır. Onun kokusu onun sesi onun kollarındaki şefkati arar. Baktığı her yerde annesini görmek ister. An olsun uzağına düşmek demek yeni bir isyanın habercisi olur. Anne her şey demektir…
Aşk demektir.
Ama zaman ilerliyordur ve yeni yeni oyuncaklar sunulmuştur kendisine. Aşk yavaş yavaş anneden oyuncaklara doğru kaymaya başlar. Artık annesi olmadanda güzel vakit geçirebiliyordur. Kokusunu daha az özlüyor sesini çok sık duymasada olabiliyordu. Belkide aşk yavaş yavaş şekillenmeye başlıyordu yüreğimizde. Evet, annemiz ömrümüzün sonuna kadar yüreğimizin en nadide yerinde en büyük aşkla kalmaya devam edecek ama aşk da yeni biçimlendirilmiş şekliyle o yüreğe başka etkenlerle hükmedecekti.
Öylede olur.
Mesela ilk bisikletimizi hatırlar mıyız? Ya da ilk bebeğimizi. Nasıl büyük bir heyecanla karşılarız onu. Hangimiz çok sevdiğimiz bir kıyafete sahip olduğumuzda ilk gece onunla birlikte uyumamışız. Bunun adı nedir?
Şimdi salim kafamızla düşündüğümüzde saçmalık olarak adlandırdığımız davranışlarımız aslında zamanında yüreğimizi donatan aşkın eseri değil midir?
Mesela ilkokul öğretmenine âşık olmayan var mıdır? Bize göre sınıfımızın en güzel kızına farklı bakmazmıyız o yıllarda?
Türlü bahanelerle onun yanında olmaya çalışmaz mıyız? Hatta zaman zaman onu kızdıracak şakalar yaparak dikkatini çekmeye çalışır ama asla itiraf edemeyiz. Kendimize bile söyleyemediğimiz ya da anlatamadığımız bir farklılaşış içerisinde oluruz. Çocukçadır tamam. Tamam, ama o çocukça diye adlandırdığımız şey dahi ömrümüzün son demlerine kadar yüreğimizde vede aklımızın bir yerinde kalır.
Yüreğimizde tahtlaşan her gerçek gibi onunda adı aşktır.
Aşk zamandır aslında.
Asla yerinde durmayandır.
Asla doymayandır.
Bir zaman sonra mahalledeki arkadaşlarımızla oyun oynamaktır aşk. Okul dönüşümüzde formalarımızı yolda çıkarıp eve dahi girmeden maç yapmaktır. Kazananın ya da kaybedenin olmadığı o muhteşem güzelliği yaşamaktır. Siz hiç o maç esnasında acıktığınızı ya da susadığınızı hatırlar mısınız? Ben hatırlamıyorum mesela. Nasıl yeni doğmuş bebek açlıktan değilde aşktan besleniyorsa o maçı oynarken bizde aşkla doyuyor ve gene aşkla susuzluğumuzu gidermiyor muyuz? Ama aşk bedel ister değil mi? O bedel hava karardığında eve dönüşümüzle annemizden yediğimiz fırça ya da üstümüze sallanan terliklerle ödenir.
O kadar masumdurki o yıllarda aşk canımızda yansa bir daha asla diye annemize sözde versek bir sonraki okul çıkışında aynı şeyleri yeniden yaşarız ve asla pişman olmayız.
Demek ki…
Aşk asla pişman olmamaktır.
Yürümeye devam eder hayat. Vücudumuzdaki hormonsal değişimler yüreğimizdeki aşk tanımına tamda uymayan değişiklikler getirir. Ergenlik diye nitelendirilen bu dönemde aşk tam olarak cinsel bir sınava tabi tutar yüreğimizi. Hiç bilmediğimiz bir dünya tenimizle buluştuğunda o güne dek yaşadıklarımızın çok ötesinde bir bakışla yeni bir aşk la tanışırız. Biz kendimiz yani. Kendimize ve de dürtülerimize karşı farklı bir aşk büyütürüz.
Aşk şekilden şekle girerek farklı mekânlar farklı zamanlar vede sıfatlarla karşımıza çıkmaya hayatımıza vede yüreğimize hükmetmeye devam eder böylece.
Mesela lise günlerimizdedir aşk.
Başka bir kimlikle!
Dostluklardadır.
Bazen rakımızın yanında meze bazenda rakımızın kendisidir.
Türkümüzdür özlemimizdir. An gelecek parmağımızda alyans la imzaladığımız antlaşmanın sürüklediği farklılaşış ve daha sonrasında işten eve dönüşün heyecanıdır aşk.
Hepimiz bir şekilde doğarken neden ağladığımız sorusunu kendimize sormuşuzdur değil mi? Çeşitli cevaplar vermiş ya da birilerinden bu konuda cevaplar duymuşuzdur. Aslında bu sorunun cevabını bir şekilde biliyoruz. Ya da öyle olduğunu sanıyoruz. Hiç düşündünüzmü? Çığlık çığlığa ağlayan bir bebek anne memesine sarıldığında neden susar. Daha yeni doğmuştur açlığı bilmez acıyı bilmez aslını ararsanız hiçbir şey bilmez. Ama ALLAH daha anarahminde o ceninin yüreğine öyle büyük bir aşk yerleştirmiştirki doğum esnasındaki o küçücük zaman diliminde dahi aşk tan uzak kalışıyla avazı çıktığınca ağlar. Bu ağlayış aslında bir isyandır. Ölüm gelene kadar aşk tan her uzak kalışında yeniden canlanır. Taki dudakları ana memesine dokunduğu ana kadar. Ta ki aşk a kavuşana kadar.
Hepimiz anamemesi aşkıyla hayata göz açmışız ve ikinci bir aşk dizginleri eline alana kadarda o aşk la kalmışız.
Çok sürmez ana memesi aşkı. Hayatı anlamaya başladığımız da yerini anne aşkına bırakır. Onun kokusu onun sesi onun kollarındaki şefkati arar. Baktığı her yerde annesini görmek ister. An olsun uzağına düşmek demek yeni bir isyanın habercisi olur. Anne her şey demektir…
Aşk demektir.
Ama zaman ilerliyordur ve yeni yeni oyuncaklar sunulmuştur kendisine. Aşk yavaş yavaş anneden oyuncaklara doğru kaymaya başlar. Artık annesi olmadanda güzel vakit geçirebiliyordur. Kokusunu daha az özlüyor sesini çok sık duymasada olabiliyordu. Belkide aşk yavaş yavaş şekillenmeye başlıyordu yüreğimizde. Evet, annemiz ömrümüzün sonuna kadar yüreğimizin en nadide yerinde en büyük aşkla kalmaya devam edecek ama aşk da yeni biçimlendirilmiş şekliyle o yüreğe başka etkenlerle hükmedecekti.
Öylede olur.
Mesela ilk bisikletimizi hatırlar mıyız? Ya da ilk bebeğimizi. Nasıl büyük bir heyecanla karşılarız onu. Hangimiz çok sevdiğimiz bir kıyafete sahip olduğumuzda ilk gece onunla birlikte uyumamışız. Bunun adı nedir?
Şimdi salim kafamızla düşündüğümüzde saçmalık olarak adlandırdığımız davranışlarımız aslında zamanında yüreğimizi donatan aşkın eseri değil midir?
Mesela ilkokul öğretmenine âşık olmayan var mıdır? Bize göre sınıfımızın en güzel kızına farklı bakmazmıyız o yıllarda?
Türlü bahanelerle onun yanında olmaya çalışmaz mıyız? Hatta zaman zaman onu kızdıracak şakalar yaparak dikkatini çekmeye çalışır ama asla itiraf edemeyiz. Kendimize bile söyleyemediğimiz ya da anlatamadığımız bir farklılaşış içerisinde oluruz. Çocukçadır tamam. Tamam, ama o çocukça diye adlandırdığımız şey dahi ömrümüzün son demlerine kadar yüreğimizde vede aklımızın bir yerinde kalır.
Yüreğimizde tahtlaşan her gerçek gibi onunda adı aşktır.
Aşk zamandır aslında.
Asla yerinde durmayandır.
Asla doymayandır.
Bir zaman sonra mahalledeki arkadaşlarımızla oyun oynamaktır aşk. Okul dönüşümüzde formalarımızı yolda çıkarıp eve dahi girmeden maç yapmaktır. Kazananın ya da kaybedenin olmadığı o muhteşem güzelliği yaşamaktır. Siz hiç o maç esnasında acıktığınızı ya da susadığınızı hatırlar mısınız? Ben hatırlamıyorum mesela. Nasıl yeni doğmuş bebek açlıktan değilde aşktan besleniyorsa o maçı oynarken bizde aşkla doyuyor ve gene aşkla susuzluğumuzu gidermiyor muyuz? Ama aşk bedel ister değil mi? O bedel hava karardığında eve dönüşümüzle annemizden yediğimiz fırça ya da üstümüze sallanan terliklerle ödenir.
O kadar masumdurki o yıllarda aşk canımızda yansa bir daha asla diye annemize sözde versek bir sonraki okul çıkışında aynı şeyleri yeniden yaşarız ve asla pişman olmayız.
Demek ki…
Aşk asla pişman olmamaktır.
Yürümeye devam eder hayat. Vücudumuzdaki hormonsal değişimler yüreğimizdeki aşk tanımına tamda uymayan değişiklikler getirir. Ergenlik diye nitelendirilen bu dönemde aşk tam olarak cinsel bir sınava tabi tutar yüreğimizi. Hiç bilmediğimiz bir dünya tenimizle buluştuğunda o güne dek yaşadıklarımızın çok ötesinde bir bakışla yeni bir aşk la tanışırız. Biz kendimiz yani. Kendimize ve de dürtülerimize karşı farklı bir aşk büyütürüz.
Aşk şekilden şekle girerek farklı mekânlar farklı zamanlar vede sıfatlarla karşımıza çıkmaya hayatımıza vede yüreğimize hükmetmeye devam eder böylece.
Mesela lise günlerimizdedir aşk.
Başka bir kimlikle!
Dostluklardadır.
Bazen rakımızın yanında meze bazenda rakımızın kendisidir.
Türkümüzdür özlemimizdir. An gelecek parmağımızda alyans la imzaladığımız antlaşmanın sürüklediği farklılaşış ve daha sonrasında işten eve dönüşün heyecanıdır aşk.