Güzel Sevmek...

Güzel Sevmek

Güzel Sevmek.
Sahi neydi güzel sevmek?
Şairin dediği gibi kırmadan, dökmeden, paralamadan sevmek miydi?
Ferhat gibi dağları delmek mi?
Ya da uğruna ölmek mi?
Günü dünden ayıran en belirgin özelliklerden bir tanesi de bu olsa gerek. Zamanla birlikte şekillendirilen bir sevgiyi iç dünyamızdan çıkararak basitleştiriyoruz. Basitleşen sevgiyi başka dürtülerle kirletiyor ve kirli bir Dünyada yaşamak zorunda kalıyoruz.
Hepimizin sıkça duyduğu bir söz vardır. Hatta yeri geldiğinde hepimizin sıkça kullandığı bir söz…
Nerde o eski sevdalar…
Madem hepimiz eski sevdaların özlemindeyiz neden o sevdaları derinlemesine incelemez ve kendi yaşantımıza eklemeye çalışmayız.
Hiç düşündünüz mü o eski sevdaları bugünden ayıran neydi. Ninemle dedemin yüklendiği sevdanın güzelliğini bugün neden bulamıyoruz. Biz demi bir sıkıntı var yoksa o eski sevdalarda zamana yenilen her şey gibi yok mu oldu.
Dedem anlatırdı;
“Sevdamı görmek için iki gün yürüyerek yaylaya çıkardım. Sonra çeşmenin yakınında bir yere gizlenir saatlerce gelmesini beklerdim. Bazen hiç gelmezdi. Bazen de yanında birileri olur konuşamazdık. Ama ben o çeşmenin yakınlarından hiç ayrılmazdım. Bilirdim ki o gelecek konuşamazsak da uzaktan da olsa bana bakacak ve göz bebelerimiz bir şekilde birbirine değecek. İşte o an. Tam o an bütün dünyanın olmasa da olur dendiği andı. O an bir ömürden çok daha fazlasıydı.”
Bizim onlardan neyimiz eksik?
Neden bizim de dedemler gibi ömrü sığdırabileceğimiz o anımız olamıyor?
Eksikliğimiz aslında hayatımızda olan fazlalıklarımız mıdır?
Hangimiz sevdamızı bir saat bir köşede sessizce bekleyebiliyoruz?
Dedemlerin yaşadığı o anı bizde yaşamaya çalışalım hadi. Sevgilimizle buluşmak için anlaşıyoruz. Anlaştığımız saatte buluşma yerine gidiyoruz. Ama sevdanız o saatte orada olamıyor. Üç dakika bekliyoruz belki beş en çok on dakika sonra hemen telefona sarılıyoruz.
Nerdesin?
Neden gelmedin?
Beni neden bekletiyorsun?
Arada kendi kendimize ettiğimiz küfürleri saymıyorum bile.
Ama biz dedemlerin ömür sığdırdıkları anı yaşayacaktık değil mi? O anın neresinde şikâyet var neresinde küfür ya da serzeniş var.
Kaybettiklerimizin belki de en başında geliyor güzel sevmek.
Çünkü bir güzel sevemiyoruz.
Çünkü biz sevmeyi bilmiyoruz…
Şimdi herkesin içinden şunun geçtiğinden eminim. “Evet, bu dedikleriniz doğru ama ben öyle değilim.”
“Ben şöyle seviyorum ben böyle seviyorum” falan filan. Herkesin yukarıda okuduklarından kendince bir pay çıkardığını ve kendi iç dünyasında o payla avunmaya çalıştığından eminim.
Kime sorsan ölümüne seviyor.
Kime sorsan çoook seviyor.
Sorun belki de tam buradan kaynaklanıyor. Herkes sevdası için ölüyor ya. Peki, hangi sevda ölümü sever?
Ölüm sevdanın neresinde var?
Hele birde çok sevmek var ki evlere şenlik. Çok sevmek nedir Allah aşkına. Neyle ölçülüyor. Kim nasıl ölçmeyi başarabilmiş.
Şehvetin sevdanın çok önünde olduğu bir zamanda biz neyi tartışıyoruz Allah aşkına.
“Göz göze bakmakta ar eden sevdalıların güzelleştirdiği hayatı nasıl geriye getireceğiz.”
Eyvah!
Kendimizi kandırmayalım.
Binlerce kilometrelik bir mesafede aynı anda aynı yıldıza bakarak göz göze olduğunuzu hissedemiyorsanız sevmemişsiniz demektir.
Her an bir önceki andan daha fazla özlemiyorsanız sevmemişsiniz demektir.
Bir saç telindeki yar kokusunu sonsuzluğa taşıyamıyorsanız sevmemişsiniz demektir.
Eyvah!
Bizden sonra ki gelecek nesillere nasıl bir sevda bırakacağız bilmiyorum. Ortada bir sevda kaldı mı onu da bilmiyorum.
Ama bildiklerimde var.
Ferhat’ı biliyorum mesela.
Dedemi biliyorum.
Biz kirli dünyamıza onları taşıyamamışsak kabahati yüreğimizde ve hayatımızda aramamız gerekiyor.
Güzel sevmeyi dedelerimizden öğrendik ama yaşatamadık.
Saygıyla, sadakatle, özümüzden vererek sevmeyi yani güzel sevmeyi beceremedik.
Eyvah!
Selam ve dua ile.
Ömer YAZICI