Adalet, keskin kılıçtı hani!..

ADALET KESKİN KILIÇTI HANİ!…

ADALET KESKİN KILIÇTI HANİ!…

... B O R N O V A L I ....

Adalet Keskin Kılıçtı… Evet, adalet herkese lazım, adaletli olmak bir erdem değil, herkes adaletli olmak zorunda…

Ömer’in adaleti!

Bir gerçek varsa, bir realite varsa bunu çözmek lazım.

Tıp diliyle konuşursak; bir yerde kanama varsa kanamayı durduramıyorsan, hastalığı iyileştirmek için kangren olmasını beklemektense kesip atmalısın… Çünkü doktorlar hep böyle yapmaz mı? Önce hastalığı teşhis edip sonra tedavi uygulanır. Tedavisi de mümkün değilse, problemli yer kesip atılır.

Şimdi buna nerden geldik?

Şuan ki bulunduğumuz durum, ekonomik kriz! Kangren olmuş durumdayız… Yağ fiyatları, şeker fiyatları, kuru bakliyat vs. derken liste uzayıp gidiyor. Fiyatlar artık el yakmıyor elini, kolunu alıp götürüyor.

Şimdi bunlar sonuç mu? Sebep mi?

Tabii ki de sebep! Çünkü İstanbul’da yaşayanlar bilir… İstanbul’dan yola çıktığında Tekirdağ, Lüleburgaz, yani kısacası Trakya’ya doğru devam ettikçe bütün yol boyunca sağlı sollu her yer ay çekirdeği tarlasıydı. Şimdi bakıyorum da her yer beton yığını.

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunda nüfusumuz on bin ile on üç bin arasındaymış. Ekili alan belli, insan gücüyle verim az çünkü fire çok veriliyor. Şimdi son teknoloji var nüfus olmuş 80 milyon hatta geçti bile. Gel gör ki ekili alan her geçen gün daha da azalıyor. Olan tarlalara da ekim yapılmıyor ya da ekili olan alanlar imara açılıyor.

Bu olay bugünün olayı değil, yıllardır vardı ve var olmaya da devam ediyor.

Söke ovası bilirsiniz bataklıkmış, dönemin başkanı Adnan Menderes, Süveyş kanalı gibi bataklığı kurutup tarım arazisi yapmış. Söke Ovası sadece Eğe Bölgesi’nin değil, Türkiye’nin ihtiyacını karşılarmış. “Mış” diyorum, neden mi? Çünkü şimdi oraları imara açıldı. Dönemin başkanı Turgut Özal, sahillere imar izni vermesiyle başladı…

…ama bu ülkeye ne zaman yardım gelmişse bir şeyleri alıp götürmüş… Dağlarından, ovasından, yağ, bal akan Ege Bölgesi, şimdi beton yığını…

“Marşal” yardımı adı altında süt tozu, margarin yağı, yedik yıllarca. Hatta ileri gidip “zeytinyağı kanser yapıyor” diyerek zeytinyağından insanları uzaklaştırdılar. Türküler bestelendi, “zeytinyağlı yiyemem aman, basmada fistan giyemem!…” diye… Bunların yaşandığı ülkede şimdi düşünüyorum da bu kriz gayet normal…

“Tarişler” kurutuldu ve zarar edildi, onca destek ve Türk halkının verdikleri zararların giderilmesi için kullanılmış, sonunda patlak verdi birçok birim kapatıldı. Şimdi ise kooperatifler aldı yerini… Türkiye’nin her yerinde şubeleri de var. Marketler açıldı ama fiyatlar diğer marketlerden yüksek.

Açılış amaçları ise halka daha uyguna kaliteli ürün sunmaktı. Şimdi soralım, denetim var mı?

Ürün yelpazesi geniş mi?

Fiyat uygun mu?

Yok, yok, yok, yok…

Diğer marketler şubelerini her geçen gün çoğaltırken, kâr ederken, kooperatifler ne yapıyor?

Bir örnek daha vermek istiyorum..

Milli ve yerli çay firması zarar açıklarken, elin yabancısı kâr ediyor. Kim mi? Lipton’un Türkiye’de üç fabrikası var, Lipton markası Türkiye’de 3 Milyar dolar kâr ederken, bizim göz bebeğimiz “Çaykur” nasıl zarar etmeyi başarıyor?

Sizce, bu işte bir terslik yok mu?